Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2020/**** E. - 2021/**** K.

Taraflar arasında aynı taşınmaza ilişkin ilki 20.10.2011, ikincisi ise 11.04.2012 tarihinde akdedilmiş iki adet adi yazılı gayrimenkul satış sözleşmesi bulunmaktadır. İlk sözleşmede, davacıya ait taşınmazın 1.150.000 Euro satış bedeli karşılığında davalıya satılması hususunda anlaşmaya varılmış, satış bedelinin 800.000 Euro’luk kısmının nakden bakiye kısmının ise davalıya ait 2 adet villanın davacıya verilmesi suretiyle malen ödenmesi kararlaştırılmıştır. Akabinde tarafların mutabakatıyla ilk sözleşme hükümleri feshedilmiş ve taşınmazın satışı hususunda yeni bir sözleşme akdedilmiştir. Sonraki sözleşmenin 2. maddesi; “ İlk sözleşmede belirtilen 1.150.000 Euro satış bedeli işbu sözleşmenin 5. maddesinde açıklanan şartlar dahilinde 300.000 Euro düşürülerek 850.000 Euro olarak kararlaştırılmıştır…”hükmünü haizdir. Atıf yapılan 5. maddede ise, leasing kredisi kullanılmasından dolayı oluşacak olan 300.000 Euro masrafın satıcı tarafından karşılanacağı, bu tutarın ilk sözleşme tutarı olan 1.150.000 Euro’dan mahsup edileceği belirtilmekte, devamında ise kalan 850.000 Euro’nun nasıl ödeneceği gösterilmektedir. Davacı yan, anılan sözleşme hükümlerini zikrederek, bu hükümlere göre davalının 800.000 Euro için leasing kredisi kullanması gerektiğini, söz konusu kredi sebebiyle oluşacağı belirtilen 300.000 Euro masrafın ise bu masraflar sözleşmenin yapıldığı anda belli olmadığından tahmini olarak belirlendiğini, davalı yanın bu masrafların daha az olması halinde aradaki farkı kendisine iade edeceğini sözlü olarak taahhüt ettiğini, ancak masraflar netleşmesine rağmen hesap görmeye yanaşmadığı gibi kararlaştırılan tutardan daha fazla kredi kullandığını ve bu suretle masrafı artırdığını iddia etmekte ve aradaki tutarın kendisine iade edilmesini talep etmektedir. Ancak yukarıda anılan sözleşme hükümlerinden davacı yanın iddia ettiği bir anlam çıkmamakta, tersine tarafların iradesinin leasing kredisi kullanılmasından dolayı satış bedelinden maktu olarak indirim yapmak olduğu anlaşılmaktadır. Davalının hangi tutar için kredi kullandığının bir önemi bulunmamaktadır. Bu itibarla, belirtilen hususlar gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken sözleşme hükümlerinin yanlış yorumlanması suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2020/**** E. - 2021/**** K.

Bölge Adliye Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde, taraf beyanları ve toplanan deliller neticesinde davalı bankanın takibe konu edilen taahhüdünün 150.000.- TL’lik kısmını yerine getirmediği, taahhütnamenin sehven verildiği savunmasına davalının basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğü ve davacının haklı güveninin korunması gerekliliği karşısında itibar edilemeyeceği, İlk Derece Mahkemesinin karar ve gerekçesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2020/**** E. - 2021/**** K.

1-Dava, menfi tespit istemine ilişkin olup; takip davacının avalist olduğu bonoya dayanılarak yapılmıştır. Davacı, davalıdan kredi kullanan dava dışı şirketin ortağı iken 21.07.2011 tarihinde ortaklıktan ayrıldıktan sonra davalıya gönderdiği 08.03.2012 tarihli ihtarname ile, kredi kullanan şirketin ortaklığından ayrıldığını, 21.07.2011 tarihinde sorumluluğunun sona erdiğini, bu tarihten sonra kullanılacak kredilerden dolayı sorumluluk kabul etmediğini bildirmiştir. Davalı ise dava dışı borçlu şirkete kullandırılan kredilerin aynı sözleşmeye dayanılarak kullandırıldığını ve dava konusu icra takibinin davacının kefilliğine değil, avalist sıfatına dayalı olarak yapıldığını savunmuştur. Mahkemece, asıl borçlu ile davalı banka arasındaki kredi sözleşmeleri ve davacının bu sözleşmelere kefaleti incelenmek suretiyle sonuca gidilmiş ise de davacı takibe konu bonoyu avalist sıfatıyla imzalamış olup, mülga 6762 sayılı TTK’nun 614 maddesi ve yürürlükteki 6102 sayılı TTK’nun 702. maddesi uyarınca avalist asıl borçlu gibi sorumlu olduğundan, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.