Karar Metni
MAHKEMESİ :BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 17. HUKUK DAİRESİ
Taraflar arasında görülen davada İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 09/05/2017 tarih ve 2014/406 E. – 2017/489 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi’nce verilen 09/07/2019 tarih ve 2017/1148 E. – 2019/1402 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi duruşmalı olarak davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 29.03.2021 günü hazır bulunan davacı vekili Av. … ile davalı vekili Av. … dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi Dr. … tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davacı ile davalının 17.02.2003 tarihli tek elden dağıtım sözleşmesi imzaladıklarını, davalının Bornova 5. Noterliği’nin 12.10.2011 tarih 26191 yevmiye sayılı ihtarnamesi ile bu ihtarnamenin tebliğinden itibaren 1 ay içerisinde sözleşmeyi feshettiğini, kendilerinin karşı ihtarname ile bu fesihe itiraz ettiklerini, davalı tarafın feshinin haksız olduğunu iddia ederek 63.524,00 TL katılım payı, 29.478,00 TL personel gideri, 4,898,00 TL kira gideri ile 21.184,00 TL kâr oranından oluşan 119.084,00 TL müspet ve menfi zararlarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, sözleşmenin feshinin, keşide ettikleri ihtarnamenin 15.10.2011 günü tebliğ edilmiş olduğundan 1 ay sonrası olan 15.11.2011 tarihinde gerçekleştiğini, feshin haklı nedenlere dayandığını, fesih olmasaydı sözleşmenin sona ereceği 17.02.2012 tarihi arasında 90 gün kaldığını, davalının ürünlerinin ülke genelinde satış ve pazar payının artmasına rağmen, davacının pazar payının zaman içerisinde azalma gösterdiğini, feshin haklı olduğunu, eldeki davada davacının hem menfi hem de müspet zarar talep etmesinin mümkün olmadığını, menfi zararların sözleşmeyi fesheden tarafından talep edilebileceğini, kaldı ki sözleşmenin 9/son maddesine göre her ne sebeple olursa olsun feshi halinde doğacak tüm sorumluluğun davacıya ait olduğunun ve davalı şirketten hiçbir ad altında talepte bulunulamayacağının kararlaştırıldığını, tacir olan davacının bu taahhüde uymasının yasal bir zorunluluk olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi’nce, iddia, savunma, tarafların ticari defterleri üzerinde inceleme yaptırılarak alınan mali müşavir bilirkişilerin tespit raporları ile daha sonra heyet oluşturularak aldırılan bilirkişi rapor ve ek raporlarındaki tespitler ile sözleşme hükümleri birlikte değerlendirilerek davacının 2009, 2010, 2011 yıllarına ilişkin satışlarında artış gözükmediği, sözleşmenin sona ermesinden sonra davalının dava dışı bayii ile yaptığı sözleşme döneminde ise satışların 2-3 katına çıktığı, buna göre davacının sözleşme hükümlerine aykırı davranarak satışların artması için gerekli çabayı göstermediğinden, sözleşmenin davalı tarafça haklı sebeple feshedildiğinin kabulü ile sözleşmenin 9. maddesi gereğince davalının bir ihtara gerek olmaksızın sözleşmeyi fesh etme yetkisinin bulunup, ihtar yapılmamasının sonuca etkili olmadığı, aynı sözleşmenin 9. maddesine göre de davacının herhangi bir tazminat talebinde bulunmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hükme karşı davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi’nce, istinaf aşamasında duruşma açılarak bilirkişiden rapor alındığı, dava konusu somut olayda yerel mahkeme ve Bölge Adliye Mahkemesince aldırılan bilirkişi kurulu raporlarında, 2009-2010 ve 2011 yıllarına ilişkin davacı satışlarında herhangi bir artışın gözükmediği, davalı tarafça sözleşmenin feshinden sonra yeni bayi tarafından yapılan satışlarda ise satışların iki üç kat oranında arttığı, davacı satışlarında sözleşmenin kurulmasından itibaren nüfus artışına rağmen herhangi bir ilerleme bulunmadığı, buna göre davacı tarafın tacir olarak imzası bulunduğu sözleşmenin 9/a maddesinde düzenlenen yükümlülüklerini yerine getirmediği, satış artışı için nüfus artışına rağmen gerekli çabayı göstermediği, davalının sözleşmeyi haklı sebeple fesih ettiği, her ne kadar sözleşmenin üç ay önceden fesih ihtarının yapılması gerektiği ileri sürülmüş ise de, aynı sözleşmenin 9. maddesinde herhangi bir ihtara gerek olmaksızın davalı …’ın sözleşmeyi fesih etme yetkisi bulunduğu, davacının bizzat sözleşmenin feshine sebebiyet verdiğinin anlaşıldığı, sözleşmenin 9. maddesi uyarınca davalının herhangi bir tazminat yükümlülüğü bulunmadan sözleşmeyi fesih hakkının oluştuğu, davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1) 6100 sayılı HMK’nın karar tarihinde yürürlükte olan 353/1-b-1 maddesi uyarınca yargılamada eksiklik bulunmadığının ve kanunun olaya uygulanmasında hata edilmediğinin anlaşılması karşısında istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi gerekir. Başka bir anlatımla, yapılan inceleme sonucunda, ilk derece mahkeme kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğunun anlaşılması halinde ve bu hale münhasır olarak başvurunun esastan reddine karar verilmesi gereklidir. Ancak Bölge Adliye Mahkemesince yukarda da açıklandığı üzere yargılamada eksiklik görülerek dava konusu uyuşmazlık üzerinde duruşma açılarak inceleme yapılması durumunda HMK’nın 353/1-b-3. maddesi gereğince esastan yeni bir karar verilmesi gerekmektedir. Aksi halde, incelenen kararda olduğu gibi, bir yandan kararın gerekçesinde yargılama eksikliğine ve bunun giderildiğine değinilirken, bir yandan da ancak ilk derece yargılamasında usul ve yasaya hiçbir aykırılık bulunmayan hallerde verilmesi gereken istinaf başvurusunun esastan reddi biçimindeki hüküm fıkrası arasında çelişki oluşacağı açık olup bu gibi bir durum ise kanuna açık aykırılık nedeniyle re’sen bozma nedeni teşkil eder niteliktedir.
Hükümden sonra 7251 sayılı Kanun ile HMK’nın 356. maddesine eklenen ve yayım tarihinde yürürlüğe giren 2. fıkra, yukarda belirtilen hallerde, farklı bir değerlendirme yapılmasını gerektirir nitelikte değildir. Maddede yapılan değişiklik ile Bölge Adliye Mahkemelerine, istinaf başvurularının duruşmalı olarak incelenmesi halinde dilediği kararı verebilme hak ve yetkisi tanındığından söz edilemez. Bu açıdan bakıldığında, Bölge Adliye Mahkemesince bu gibi hallerde verilecek hükümlerin, Yargıtay tarafından belirtilen kapsamda ve HMK’nın 369 vd. maddelerinde öngörüldüğü üzere “yerindelik” denetimine tabi tutulması gerektiği de izahtan varestedir.
Bilindiği ve HMK’nın 354. maddesinde ve özellikle bu maddenin gerekçesinde değinildiği üzere, Bölge Adliye Mahkemelerince yapılacak incelemenin biri denetim açısından, diğeri ise dava konusu uyuşmazlık bakımından olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Ayrıntıya girilmeden ifade edilecek olursa, Bölge Adliye Mahkemesince, yapılan denetim incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesince yapılan tahkikatın eksik yahut hatalı olduğunun anlaşılması ve bu nedenle duruşma açılarak bu kerre dava konusu uyuşmazlık üzerinde gerekli görülen inceleme (tahkikat) işlemlerinin yapılması halinde, Bölge Adliye Mahkemesince verilecek kararda, HMK’nın 297/1c maddesinde tarif olunan biçimiyle ilk derece mahkemesinden farklı bir gerekçenin yer alması kaçınılmazdır. Bu durumda, aynen HMK’nın 353/1b-2. maddesinde belirtildiği üzere, 356/2. maddede verilmesi öngörülen “gerekli karar” yeniden esas hakkında bir karar olmak durumundadır. Yapılan bu değerlendirme, Bölge Adliye Mahkemelerinin aynı zamanda “hüküm mahkemesi” olma vasfının bir gereği olduğu gibi istinaf başvurusunun esastan reddinin ancak ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygunluğunun anlaşılması hallerine münhasır olduğuna ilişkin HMK’nın 353/1b-1 maddesine de uygun niteliktedir. Tüm bu nedenlerle, HMK m. 353/1-b-1 kapsamında istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın öncelikle bu nedenle ve HMK’nın 369/1. ve 371. maddeleri uyarınca bozulması gerekmiştir.
2) Bozma sebep ve şekline göre, davacı vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
Kararın Sonucuna ve Tam Künye Bilgilerine Erişin
Kararın sonucunu görmek, tam künye bilgileriyle kopyalamak ve PDF olarak indirmek için abone olun veya bir reklam filmi izleyin...