MahkemeYargıtay 11. Hukuk Dairesi
Esas No 2020 / ****
Karar No 2021 / ****
Karar Tarihi **.06.2021
Karşı OyYok

Karar Metni

MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ

Taraflar arasında görülen davada İstanbul 7. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 06.12.2018 tarih ve 2018/811 E- 2018/1267 K. sayılı kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf istemlerinin esastan reddine dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesi’nce verilen 20.11.2019 tarih ve 2019/367 E- 2019/1636 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirkete 4.394.600.-/25.000.000.- oranında ortak olduğunu, maliki olduğu hisselerden bir kısmını hisse bedeli 6.- TL olmak üzere dava dışı 3. kişilere sattığını, hisse devrinin davalı şirkete bildirilmesine rağmen devrin onaylamadığını, davalı şirketin söz konusu hisseleri beher hisse bedeli 1 TL üzerinden 3. kişi …hesabına satın almak istediğini, önerilen rakamın iyi niyetle çelişen bir rakam olduğunu ileri sürerek, müvekkilinin satmış olduğu şirket paylarının gerçek değerinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacı ile müvekkili şirket ve ortakları arasında süregelen husumet nedeniyle çok sayıda dava bulunduğunu, davacının açtığı haksız davalar ile şirketin iç barışını bozmaya çalıştığını, müvekkilinin devredilen hisseleri beheri 1.- TL’den …hesabına satın almayı teklif ettiğini, alım teklifinin gerçek değere uygun olduğundan, mahkemece payların gerçek değerinin tespit edilmesine gerek olmadığını, satın alma teklifinin devreden davacı tarafından 1 ay içinde reddedilmediğini, bu nedenle TTK’nın 493/6. maddesi uyarınca davanın 1 aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesince, davacının ortağı olduğu davalı şirketteki bir kısım hisselerini dava dışı 3. kişilere pay değeri 6 – TL’den olmak üzere 3.600.- TL bedel karşılığında sattığı, davacının yaptığı hisse satışının hukuken geçerli olduğu, TTK’nın 493/6 maddesi gereğince davacının satmış olduğu hisselerin rayiç değerinin belirlenmesi amacıyla, ancak şirket hisselerini devralan 3.kişilerin dava açabileceği gerekçesiyle, aktif husumet ehliyeti eksikliğinden davanın reddine karar verilmiştir.
Karara karşı, taraf vekilleri istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince, ilk derece mahkemesi kararında yasa ve usule, kamu düzenine aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle, taraf vekillerinin istinaf başvurularının HMK ‘nın 353/1-b1 maddesi uyarınca ayrı ayrı esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
Dava, davacının, davalı anonim şirkette sahibi olduğu nama yazılı ortaklık paylarının bir kısmının üçüncü kişilere devrine, hisseleri almayı önermek suretiyle onay vermeyen davalı şirketin, hisseler için önerdiği değerin mahkeme marifetiyle tespiti istemine ilişkin olup davanın yasal dayanağı TTK’nın 493/1. maddesidir. Davanın açıldığı ilk derece mahkemesince, söz konusu yasa maddesinde, önerilen değerin tespitini isteme hakkının ancak payları satın alanlara tanınmış bir hak olduğundan bahisle sıfat yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, taraf vekillerinin istinaf başvuruları ise esastan reddedilmiştir.
1- Davacının, davalı anonim şirkette bulunan bir miktar nama yazılı ortaklık payını 18.05.2018 tarihli devir sözleşmesi ile şirkette ortaklık vasfı bulunmayan üç ayrı kişiye ve beheri 6.- TL bedelle toplam 3.600.- TL karşılığı devrettiği, devrin onaylanması için davacı devreden ve devralanların ayrı ayrı davalı şirkete vaki başvurularının ise davalı şirket tarafından, yasal süresi içerisinde ve esas sözleşmeye dayalı olarak davacı devredene devir konusu payların beheri 1.- TL bedelle şirket ortağı adına alım teklifinde bulunulmak suretiyle onay verilmekten kaçınıldığı, keyfiyetin devreden davacıya tebliğini müteakip işbu davanın ikame edilerek, davalı şirket tarafından önerilen değerin çok düşük olduğundan bahisle devir konusu hisselerin başvuru anındaki gerçek değerlerinin mahkemece tespit edilmesinin talep edildiği dosya kapsamından anlaşılmakta olup bu hususlarda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
TTK’nın 493. maddesi, borsaya kote edilmemiş nama yazılı paylar bakımından, gerek iradi ve gerekse de özel durumlara mahsus kanuni devir hallerinde, anonim şirketin devre onay vermekten kaçınabileceği halleri ve bunun koşullarını düzenlemektedir. Anılan maddenin 1. fıkrasında, iradi devir hallerine mahsus olmak üzere, esas sözleşmede öngörülen önemli bir sebebin varlığının ileri sürülmesi hususu yanında, eldeki davaya konu somut olayımızda olduğu gibi, şirketin, devredene, uygulamada “kaçınma/kaçış klozu” olarak adlandırılmakta olan devre konusu payları gerçek değeri üzerinden satın alma önerisinde bulunmak suretiyle de pay devrine onay vermekten kaçınabileceği öngörülmüştür.
Mezkur kanun hükmünden de anlaşılacağı üzere, somut olayımıza konu kaçınma klozu bakımından şirketin önerisinin iki önemli hususa dayalı olması zorunludur. Bunlardan birincisi devre konu paylar, diğeri ise devre konu payların başvuru anındaki gerçek değeridir. Şirketin bu konudaki önerisinin muhatabı ise, madde hükmünde de açıkça yazdığı üzere “devreden”dir. Bu hüküm, Kanunun 494/1. maddesindeki, iradi devirlerde şirket tarafından devre onay verilene değin devre konu payların mülkiyetinin ve paylara bağlı hakların devredene ait olacağı şeklindeki düzenleme ile uyum içerisinde olup, iradi devir hallerinde, alım önerisinin şirket ile devreden arasındaki hukuksal sürecin dışındaki devralanlara yapılması gibi bir ihtimal, esasen, söz konusu değildir. Öte yandan, şirketin önerisinde devre konu payların gerçek değerinin rakamsal olarak belirtilmemiş olması yahut gerçek değerin çok altında olduğu düşünülen bir rakamsal bedel öngörülmesi hallerinde, gerçek değerin ne şekilde belirleneceği konusunda anılan kanun maddesinde açık bir hüküm bulunmamaktadır. Buna mukabil, 493. maddenin 5. fıkrasında ise, 4. fıkradaki “kanuni” devir hallerine ve bu biçimdeki pay devirlerinde, 494/2. maddede düzenlendiği üzere payın mülkiyetinin ve paya bağlı hakların derhal devralanlara intikal etmesi hükmü ile uyumlu olacak şekilde, şirket önerisindeki gerçek değerin belirlenmesini, önerinin muhatabı olan devralanın isteyebileceği açıkça öngörülmüş olup söz konusu 4. ve 5. fıkranın, somut olaya da konu edilen iradi devir halleri bakımından kıyasen dahi uygulanabilirliği olmadığı açıktır. Buna karşın, mahkemenin taraf sıfatına ilişkin davanın reddine dair gerekçesinde, zikredilen 493/5. madde hükmünü, 493/1. maddeye dayalı iradi devir ve buna bağlı onay istemi hallerinde dahi, kaçınma klozunun kullanılmasına yönelik öneriye konu gerçek değerin belirlenmesi için mahkemeye başvurma konusunda münhasıran devralanlara tanınmış bir hakkın varlığına işaret eden bir şekilde yorumlaması isabetli olmamıştır.
Şu hale göre, iradi devir hallerinde, 493/1. maddede, şirketin onaydan kaçınma klozuna ilişkin önerisindeki gerçek pay değerinin belirlenmesi bakımından izlenecek hukuki sürece dair kanunda açık bir düzenleme olmaması nedeniyle, devredenin bu yönde bir tespit davası açma hakkının var olduğunun kabul edilip edilmeyeceği hususunun, 493/5. maddedeki düzenlemeden bağımsız olarak tartışılması gerekir.
Konu bu çerçevede ele alındığında, maddede böyle bir hakkın varlığının açıkça düzenlenmemiş olması nedeniyle devredene mahkemeye başvurma konusunda tanınmış bir hak bulunmadığı kabul edilecek olursa, bu durumda devredenin önünde iki seçenek kalacağı izahtan varestedir. Devreden ya önerilen tutarı kabul ile paylarını şirkete yahut gösterilen kişilere devredecek ya da öneriyi kabul etmeyerek payları uhdesinde tutacaktır. Bu yöndeki bir yaklaşımın, TTK’nın 490. maddesinde nama yazılı payların devrinde öngörülen ilkeyle bağdaştırılması mümkün görünmediği gibi bu yöndeki bir kabulün, menfaatler dengesine, devrin sınırlandırılmasına ilişkin olarak kanunun bütününe yansıyan eşit işlem yapılması ve hakkın kötüye kullanılmaması ve hakkaniyet ilkelerine de ters düşecek sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Kanun yapıcının bu yönde bir açık iradesinin yahut bilinçli unutkanlığının olduğu herhalde söylenemez. Nitekim, şirket paylarının bütün devir hallerine ilişkin olarak, bu yöndeki onay istemlerinin reddine yahut kabul edilmiş sayılması halleri bakımından uygulanabilir “torba” hüküm niteliğindeki 494/3. maddesinde de belirtildiği üzere, şirketin onay vermeyi reddetmiş olmasının haksızlığının ancak bir mahkeme hükmü ile belirlenebileceği gözetildiğinde, kanun yapıcının iradi devir hallerinde dahi, şirketin önerisinin temel unsurunu oluşturan payın gerçek değerinin tespiti bakımından devredenin mahkemeye başvuruda bulunma hakkını örtülü biçimde kabul etmiş olduğu ortadadır.
Şu halde, iradi devir hallerinde, onaydan kaçınma klozunda bulunan şirketin önerisinde belirtilen gerçek değerin ne olduğunun yahut ne olabileceğinin belirlenmesi konusunda, HMK’nın 106. maddesi de gözetildiğinde, devreden davacının mahkemeye başvuruda bulunmaya yönelik bir hakkının varlığının ve korunmaya değer bir hukuksal yararının var olduğunun kabulüyle işin esasına girilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve hatalı yoruma dayalı olarak davacının aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin ilk derece mahkemesi kararına vaki taraf vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddedilmesi doğru olmamış, taraf vekillerinin temyiz istemlerinin kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
2. Bozma sebep ve şekli uyarınca, davalı vekilinin davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığına vs. hususlara ilişkin temyiz itirazının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

Kararın Sonucuna ve Tam Künye Bilgilerine Erişin

Kararın sonucunu görmek, tam künye bilgileriyle kopyalamak ve PDF olarak indirmek için abone olun veya bir reklam filmi izleyin...